İDARİ YARGILAMA USULÜ

İDARİ YARGILAMA USULÜ KANUNUNDA

YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER VE

ANAYASA MAHKEMESİNİN İKİ İPTAL KARARI

İdarenin her türlü eylem ve işlemi yargı denetimine tabidir kuralı anayasanın amir hükmüdür. İdari işlemler yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden hukuka aykırı ise böyle bir idari işlemden dolayı hakkı ihlal edilen herkes idari işlemin hukuka aykırılığını iddia ederek iptal davası açabilir.

İdari bir işlem veya eylemden dolayı kişisel hakları doğrudan ihlal edilen kimseler tarafından açılan iptal davalarına tam yargı davası denir. İdari yargıda görülen davalara “idari dava” denilmektedir.

İdari Dava Türleri:

Genel olarak idari davalar;

* İptal davaları

* Tam yargı davaları

* Temyiz davaları olmak üzere üç guruba ayrılır.

İdari yargıda, her dava türü ile elde edilmek istenen sonuçlar birbirinden farklıdır. Açılan bir iptal davası ile hukuka aykırı bir işlemin iptal edilerek ortadan kaldırılması istenir.

Tam yargı davası ile idarenin haksız ve hukuka aykırı bir eylem veya işleminin sonucu doğan haksızlığın giderilmesi amaçlanır. Temyiz davası ile ise ilk derece mahkemesinden verilmiş olan kararın bozulması istenir.

Mülga 521 sayılı Danıştay kanununda yukarıda andığımız bu üç dava türü yanında bir de yorum davası türü benimsenmişti. Ancak 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü kanununda 06.01.1982 tarihinde yapılan değişiklikle iptal davası ile tam yargı davası benimsenmiş ve yorum davası metinden çıkarılmıştır. Temyiz davası ise temyiz yoluna dönüştürülmüştür.

İdari yargının yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. İdare mahkemeleri; yerindelik denetimi yapamazlar, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremezler.

1- İptal Davaları:

Hukuka aykırı olan ve yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönünden sakat olan bir idari işlemin iptali için idari yargı yerinde ( idare mahkemesinde ) açılan davalara iptal davası denilir. 2577 sayılı İdari Yargılıma Usulü Kanunu iptal davasını şu şekilde tanımlamaktadır. “İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan davalara iptal davası” denilir.

İptal davası, dava açan kimsenin kendi yararına bir sonuç elde etmek amacıyla açtığı dava olmakla birlikte, genelde hukuka uygunluğu sağlayarak kamu yararını da gerçekleştirir.

İdari Yargılama Usulü Kanununda yapılan değişiklikler üzerine

Anayasa Mahkemesinin verdiği iki ayrı Karar:

I- Anayasa Mahkemesinin 1990-40 E. 1991-33 K. Ve 01.10.1991 tarihli kararı:

İstanbul 2.ci İdare Mahkemesi 06.01.1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda değişiklik yapan 3622 sayılı Yasa’nın 26. maddesi ile getirilen değişikliğe “Ek 3. cü madde”nin Anayasa’nın 2.ci ve 36. cı maddelerine aykırı olduğu savıyla iptalini istemiştir.

İptali istenen değişik ek.3.cü madde şöyledir. “Kanunlarda, bölge idare, idare ve vergi mahkemeleri nezdinde itiraz edilebileceği belirtilen işlemlere karşı ilgiler tarafından işlemin tebliğinden itibaren yedi gün içinde bu kanunun yetki kurallarına göre davaya bakmaya yetkili olan idari yargı merciine itiraz edilebilir. İtiraz, idarece tesis edilen işlemin yerine getirilmesini durdurmaz. İtiraz halinde mahkemece evrak üzerinde inceleme yapılarak itirazın mahkeme kayıtlarına intikal tarihinden itibaren en geç bir ay içinde karar verilir. İtiraz üzerine mahkemece verilen kararlar kesin olup, bu kararlara karşı herhangi bir kanun yoluna başvurulamaz.”

Anayasa mahkemesi yaptığı incelemede : İdari Yargılama Usulü Yasası’na 3622 sayılı Yasa ile eklenen ek 3. cü maddenin, hukuka ve yasalara aykırı işlemlerini kaldırarak hukuka bağlılığı sağlamak ve hukuk düzenini korumak amacıyla kabul edilen iptal davalarında uygulanan yöntemin dışında ayrı bir yargı yolunu öngörmektedir. Böylece Yasa koyucu kimi idari işlemlerin yargısal denetimini sağlamak için yargı mercilerine doğrudan başvuru yolu olan itiraz kurumunu getirmiş bulunmaktadır.

Hukukumuzda, idari işlemlerin yargısal denetiminde etkili bir yol olan iptal davası türü varken, bu kez öngörülen biçimiyle itiraz kurumunun, denetlenebilecek idari işlemin özelliklerini, parasal değerini belirlemeksizin yada bu yolu haklı gösterecek hiç bir gerekçe göstermeksizin, genelleştirilmesi Anayasa’nın öngördüğü yargı denetimini kısıtlayıcı niteliktedir.

İptal davasına konu olabilecek idari işlemlere karşı “itiraz” yolunun bu biçimde açılması durumunda, kamu yararı ile kişi yararı arasında korunması gereken hassas denge bozulacağı gibi, hak arama özgürlüğü, idarenin yargısal denetimi, yargı güvencesi, mahkemelerin bağımsızlığı ve giderek hukuk devleti ilkesinin de zedeleneceği açıktır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, iptal davası yolu ile denetlenmesi gereken idari işlemlere karşı yasalara belirsiz biçimde “itiraz edilebileceği” hükmü konularak bu yöntemin uygulanması durumunda, itiraz yolunu öngören o yasaların da anayasal denetimi son derece güçleşecektir. Çünkü ek 3.cü madde, böyle basit bir yargılama yönteminin hangi tür yada konuya ilişkin idari işlemler için getirildiğine açıklık getirmemiştir.

O halde, bu düzenleniş biçimine göre; Yasa koyucu herhangi bir idari işlem için yasalara “itiraz edilebilir” kaydını koyarak yöntemin uygulanmasını öngörebilecektir. Yasa koyucu bu kaydı koymazsa ne olacaktır? İşte bu noktada Anayasa’ya açık aykırılıkların oluştuğu görülmektedir. Hukuk devletinin başlıca amacı, kamu gücü karşısında kişinin hak ve özgürlüklerini korumaktır. Hukuk devletinin vazgeçilmez koşullarından birisi, idarenin yargısal denetimidir. Belirtilen nedenlerle itiraz konusu kural Anayasa’nın 36., 125. ve 2. maddelerine aykırı bulunarak iptal edilmiştir.

İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. ci maddesi 4001 sayılı kanunla 1994 yılında değiştirilmiş ve iptal davaları “idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için, çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını yakından ilgilendiren hususlar hariç olmak üzere, kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan davalardır şeklinde yeniden düzenlenmiştir. Bu değişiklik ile, iptal davasının özünü oluşturan menfaat ihlali deyimi madde metninden çıkartılarak, kişisel hak ihlali deyimi metne sokulmuştur, böylece iptal davalarının alanına kısıtlama getirilmek istenmiştir.

II- Anayasa Mahkemesinin ikinci kararı:

Anayasa Mahkemesi, Danıştay 5. Dairesinin başvurusu üzerine 1995-27 E. Ve 1995-47 K. 21.09.2005 tarihinde bu değişikliği anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir.

İptal gerekçesi şöyledir:

İdarenin yargısal yolla denetiminin en önemli, yaygın ve etkili aracı iptal davalarıdır. İptal davaları, idare hukukunun doğuşundan ve oluşumundan sonra ortaya çıkan idare hukukuna özgü dava türü olup, bu dava ile idarî işlemlerin hukuka uygun olup olmadığı incelenir. İptal davasının amacı hukuk düzenini korumak, idarenin işlem ve eylemlerinde hukuka uygun davranmasını sağlamaktır. İdarî işlemin iptaline ilişkin yargı kararının anonim ve objektif nitelik taşıması nedeniyle kesin hükmün klasik anlamının dışında ve onu aşan sonuçlar doğurmaktadır. Örneğin bir yönetmelik hükmünün iptali halinde iptal kararından sadece davacı değil, yönetmelik kapsamında olan herkes yararlanır.

İptal davalarının bugün de kabul edilen klasik teorisine göre bu davalar, idari işlem nedeniyle menfaati ihlâl edilenler tarafından açılabilir. İptal davalarında ön kabul koşulu olarak böyle bir sınırlama getirmenin amacı herkes tarafından açılabilecek davalar nedeniyle idarenin devamlı dava tehdidi altında kalmasını önlemek ve idari işlemlerde istikrarı sağlamaktır.

Menfaat ihlali kavramının tanımını yapmak ve çerçevesini çizmek çok zor olduğundan, bu ön koşulun varlığı, açılan dava sonucu ancak idari yargı mahkemelerince saptanabilecektir. İdari işlemle davacı arasında ölçülü ve ciddi bir ilişkiyi ifade eden menfaat ihlalinin kişisel hak ihlali ile hiçbir ilgisi yoktur. Bu nedenle dava konusu işlemle davacının manevi menfaatinin ihlal edilmiş olması dahi iptal davası açabilmek için yeterlidir.

Kişisel hak kavramı menfaati de içinde barındıran geniş bir hukukî durumu ifade etmektedir.

İptali istenilen yasa kuralı: İptali istenilen sözcüklerin de yer aldığı 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 4001 sayılı yasa ile değişik 2. maddesinin 1. ci bendinin (a) alt bendi aynen şöyledir:

“Madde 2- 1. İdari dava türleri şunlardır:

a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için, çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını yakından ilgilendiren hususlar hariç olmak üzere, kişisel hakları ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,”

İtiraz gerekçesinde dayanılan Anayasa kuralları şunlardır :

Anayasa madde 2.- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.”

Anayasa madde 36.- Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir.

Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.”

Anayasa madde 125.- İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.

Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemler ile Yüksek Askerî Şûranın kararları yargı denetimi dışındadır.

İdari işlemlere karşı açılacak davalarda süre, yazılı bildirim tarihinden başlar.

Yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez.

İdari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir.

İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.

2577 sayılı Yasa’nın 4001 sayılı Yasa ile Değişik 2. Maddesinin Anlam ve Kapsamı:

İdari dâva türleri ve bu dâvaların kimler tarafından açılabileceği 2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü Yasası’nın 2. maddesinde gösterilmiştir. Yasa’nın 2. maddesi ile getirilen düzenleme, bu Yasa ile yürürlükten kaldırılan 521 sayılı Danıştay Yasası’nın 30. maddesinin (A) bendi ile aynı doğrultudadır. Her iki yasa kuralında da idarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırılıkları nedeniyle menfaati ihlâl edilenler tarafından iptal davası açılabileceği öngörülmüştür. 521 sayılı Yasa ile 2577 sayılı Yasa’daki tanımlar arasındaki fark, 521 sayılı Yasa’daki “kanuna aykırı” ibaresi yerine 2577 sayılı Yasa’da “hukuka aykırı” deyiminin kullanılmış olmasıdır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın değişikliğine ilişkin tasarının gerekçesinde, 06.01.1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 2. maddesi genel hukuk sistemine aykırı biçimde gelişmiştir. İdari dâvalarda taraf ehliyeti hususundaki usulsüzlük, idari mahkemelerde ve Danıştay’da iş hacmini gereksiz biçimde artırmıştır. Bu durum, hususi hukuktaki hak ve ehliyetin tatbikatında da eşitsizlik doğurmuştur. Taraf ehliyeti, dâvada taraf olabilme yeteneğidir. Taraf ehliyeti, medenî hukuktaki medenî hakları kullanabilme ehliyetinin Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunundaki büründüğü şekildir. Gerçekten kimlerin taraf ehliyetine sahip oldukları Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 50. maddesi ile Medeni Kanun’un 8. ve 48. maddelerinde düzenlenmiştir.

Bu genel kurallara rağmen 06.01.1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun başta 2.ci maddesi olmak üzere ilgili maddelerinde dâva ve taraf ehliyeti yanlış değerlendirilmiş ve menfaatleri ihlâl edilenler deyimi geniş yorumlanarak, esasta dâva ehliyetine sahip olmayan kişilerin de, idari yargıda iptal ve tam yargı dâvaları açma talepleri kabul edilmiş ve dâvalar buna göre görülerek hükme bağlanmıştır.

Yasa teklifi ile dâva açma hakkına ve taraf olma ehliyetine bir kısıtlama getirilmeden denilerek; “menfaatleri ihlâl edilenler” ibaresi yerine “kişisel menfaatleri doğrudan ihlâl edilenler” ibaresi önerilmiştir.

Adalet Komisyonu’nun 24.02.1994 günlü, 16 sayılı birleşiminde değişiklik tasarısının sadece 1.ci maddesi üzerinde görüşme yapılarak kural “İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için, çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını yakından ilgilendiren hususlar hariç olmak üzere, kişisel hakları ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları” biçimine dönüştürülmüştür.

Değişiklikten önce, idari dava türlerinin en yaygın türü olan iptal davalarında, dâva açabilmek için menfaat ihlâli yeterli iken, yapılan değişiklik sonucu çevre, tarihî ve kültürel değerlerin korunması, imar uygulamaları gibi kamu yararını yakından ilgilendiren hususlar dışındaki konularda dâva açılabilmesi kişisel hak ihlâli koşuluna bağlı kılınmıştır.

İdarenin yetkileri sınırsız değildir:

İdare, özel hukuk kişilerinin sahip olduğu yetkilerin dışında ve üstünde birçok yetkilere sahiptir. İdareye özgü olan bu yetkilerle kişilerin üzerinde, tek yanlı irade açıklaması ile hukuksal etkiler doğuracak eylem ve işlemler yapabilir. Bu işlemlerin yerine getirilmesi için, başka bir makam yada merciin yardımına gereksinimi olmadan kişiler çeşitli yükümlülükler altına sokulabilir.

Öte yandan, idari işlemler yasallık karinesinden yararlanır ve bu karine gereği, idari işlemlerin hukuka uygun olduğu varsayılır. İdari davalar, idarenin işlem ve eylemlerinin hukuka uygunluğunun yargısal yolla denetlenmesi, kamu hizmetlerinin hukuk kurallarına ve hizmetin gereklerine uygun biçimde yapılmasının sağlanması, kamu hizmetlerinin getirdiği yarar ve zararların bireyler üzerindeki etkilerinin adaletli bir surette dengelenmesi için vatandaşlara tanınmış bir haktır. İdari dâvalar, idare hukukuyla birlikte hukukun üstünlüğü, Devletin hukuka bağlılığı ilkesinin sonucu olarak hukuk alanına girmiştir.

İdari yargıda idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan dâvalar biçiminde tanımlanan iptal davaları, idarenin hukuka uygun davranmasını sağlayan, hukuk devletini gerçekleştiren önemli yollardan birisidir. İptal davası kolay işleyen ve karmaşık olmayan niteliğiyle yargısal bir denetim yolu olarak öngörülmüştür.

İptal davaları ile idari işlemlerin hukuk kurallarına uygunluğu incelenir. Aykırılığın saptanmasında işlem ortadan kaldırılır. Böylece, idarenin hukuk kurallarına uygun şekilde hareket etmesi sağlanarak hukuk düzeni korunmuş olur.

İptal davaları, kesin ve yürütülmesi zorunlu nitelikteki idari işlemler hakkında açılabilir. Böyle bir idari işlemin iptalinin istenilebilmesi için davacının menfaatinin ihlâl edilmiş olması gerekir. Yargı kararlarında ve öğretide “menfaat”, dâvacı ile iptalini istediği idari işlem arasındaki bağı, ilgiyi anlatır. İdari işlem ile dâva açan kişi arasında meşru, güncel ve ciddi bir ilişki söz konusu ise dâvada menfaat bağı bulunduğu kabul edilmektedir. Bunun dışında ayrıca öznel bir hakkın ihlâl edilmiş olması koşulu araştırılmaz.

Hak, hukuk tarafından korunan menfaattir. Özel hukukta her menfaat korunmaz. Kamu hukukunda ise iptal davaları yoluyla her menfaatin korunması zorunludur. Tam yargı davalarının aksine iptal dâvalarında davacı olabilmek için menfaat ihlâlinin yeterli sayılması, idarenin hukuka uygun davranmasını sağlamak amacına yöneliktir. Her ne kadar bu amacın tam olarak gerçekleşebilmesi için menfaat ihlâli koşulunun aranmaması düşünülebilirse de, bu durumda, idari işlemlerle ilgisi bulunmayan kişilerin dava açması sonucu, idare devamlı dava tehdidi altında kalır ve böylece idarenin işleyişi olumsuz yönde etkilenir.

Dava ehliyeti için aranan menfaat ihlâli koşulu, her olaya özgü irdelenmiş ve dava konusu işlemin, davacıyı etkilemiş olması idari yargıda menfaat ihlâlinin varlığı için yeterli sayılmıştır.

İtiraza konu yasa kuralıyla getirilen kişisel hak, genel, soyut ve gayri şahsi düzenleyici kuralların kişilere uygulanarak somutlaşması ve hukuksal sonuçlar doğurmasıdır. İdari yargıda kişisel hak ihlâli, tam yargı davası açabilmenin ölçütüdür.

Tam yargı davaları ile, idareden, ihlâl ettiği bir hakkı yerine getirmesi yada neden olduğu zararı gidermesi istenir.

İptal davalarında idari işlemin hukuka aykırılığının saptanması durumunda iptal edilmesi söz konusu iken, tam yargı davalarında idari işlem ve eylemin uygulanmasından ve yürütülmesinden doğan zararların tazmini söz konusu olmaktadır. Bu iki dava türündeki farklılık ve gerçekleştirilmek istenilen amaç nedeniyledir ki, iptal davasında davacı olabilmek için menfaat ihlâli yeterli görülmüş iken; tam yargı davalarında idarî eylem ve işlemlerden dolayı davacının kişisel hakkının ihlâl edilmiş olması şartı aranmaktadır.

2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü Yasası’nın 4001 sayılı Yasa ile değiştirilen 2. maddesinin birinci bendinin (a) alt bendinde, yasada sayılan ayrık durumlar dışında, iptal davalarının kişisel hakları ihlâl edilenler tarafından açılabileceği belirtilmiş, (b) alt bendinde ise; idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan ihlal edilenler tarafından tam yargı davaları açılacağı belirtilmiştir. Her iki dava türünde de davacı olabilmenin ön koşulu kişisel hak ihlâli olup, sadece tam yargı davaları için kişisel hakları doğrudan ihlal edilenler denilmiştir.

İptal davaları, idare hukukunun doğmasından sonra ortaya çıkan ve idare hukukuna özgü bir dava biçimidir. İdare mahkemesi, iptal istemiyle açılan davada özellikle iptali istenen idari işlemin hukuka aykırı olup olmadığını inceler. Yaptığı incelemede hukuka aykırılık tespit ettiği takdirde, o idari işlemin iptaline karar verir.

Hukuk devleti, insan haklarına saygı gösteren, bu hakları koruyucu, adaletli bir hukuk düzeni kurup sürdürmekle kendisini yükümlü sayan, bütün etkinliklerinde hukuka ve Anayasa’ya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine bağlı olan devlet demektir. Böyle bir düzenin kurulması, yasama, yürütme ve yargı alanına giren tüm işlem ve eylemlerin hukuk kuralları içinde kalması, temel hak ve özgürlüklerin, Anayasal güvenceye bağlanmasıyla olanaklıdır.

Devletin, hak arama özgürlüğünü daraltan bütün sınırlamaları kaldırması ve bu yolla yargı denetimini yaygınlaştırarak adaletin gerçekleştirilmesini sağlaması hukuk devleti ilkesine yer veren Anayasamızın 2. maddesinin bir gereğidir.

Anayasa’da, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik hukuk devleti niteliği vurgulanırken, devletin tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı olması amaçlanmıştır. Çünkü yargı denetimi, hukuk devletinin “olmazsa olmaz” koşuludur.

Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin gerekli araç ve yollardan yararlanarak yargı organları önünde davacı yada davalı olarak sav ve savunma hakkı bulunduğu belirtilmektedir.

İtiraz konusu yasa kuralıyla, idari işlemlere karşı iptal davası açabilmek için, idare hukukunun genel esaslarına aykırı biçimde idari işlemin davacının “kişisel hakkını ihlâl” etmiş olması koşulu getirilerek hak arama özgürlüğü kısıtlanmış ve birçok işleme karşı dava yolu kapatılmıştır. İdari yargı denetimini sınırlayan itiraz konusu kuralın hukuk devleti ilkesi ile bağdaştığı söylenemez. Bu nedenle, Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.

Yukarıda andığımız iki iptal kararından sonra idare hukukuna özgü iptal davalarının özelliklerini şu şekilde belirleyebiliriz:

· İptal davası, hukuk devletinde idarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunu denetleyen yollardan birisidir. İptal davası kolay işleyen karmaşık olmayan bir dava türüdür.

· İptal davası ancak hukuka aykırılık hallerinde açılabilen bir dava türüdür.İdarenin eylem ve işlemlerinin yerindeliği dava konusu yapılamaz.

· İptal davası ile bir idari kararın bir bölümünün iptali istenebileceği gibi kararın bütününün de iptali istenebilir.

· İptal davasının açılabilmesi için, davacının hakkının ihlal edilmesine gerek yoktur; menfaatinin ihlal edilmiş olması yeterlidir.

· İptal davasına konu olan işlemler idarenin yürütülmesi gerekli ve tek yanlı olan işlemleri olup, danışma veya görüş bildiren işlemler ve idari yargı kararları iptal davasına konu olmaz.

· İdari yargı mahkemesince verilen iptal kararından sadece davacı değil, bu karardan etkilenecek olan diğer kişilerde yararlanır.

· İptal davası kamu düzeni ile ilgilidir. Bu yoldan vazgeçilmesi geçerli olmadığı gibi, iptal kararı verildikten sonra vazgeçilmesi de, işleme geçerlilik kazandırmaz. İptal davası açabilme yolu yasa ile kapatılamaz. Sınırlandırılamaz.

· İptal davası genişleme eğilimi gösteren bir dava türüdür. Yargı içtihatları ile sürekli genişletilmektedir.

2- İptal Davasında Görevli Mahkeme:

İdare mahkemesinde açılacak davalar, idare mahkemesinin bulunduğu illerde açılır. İdari dava, görevsiz yargı yerinde açılmışsa ne olur?

Bu durumda:

a-Açılan iptal davasına bakma, idari yargının görev alanı dışında kalıyorsa, mahkeme görev ile ilgili genel kurala uyacak ve görevsizlik kararı verecektir. İptal davası adli yargının veya askeri yargının görev alanına giriyorsa bu durumda görevsizlik kararı verilir.

b-Açılan iptal davası idari yargının görev alanında kalmakla birlikte, yanlış idari yargı mahkemesinde açılmışsa, bu durumda da görevsizlik kararı verilir, ancak dava dosyası görevli idare mahkemesine gönderilir.

c-İptal davası, Danıştay’ın idare veya vergi mahkemelerinin görevine girdiği halde, adli veya askeri yargı yerlerinde açılmışsa, mahkeme görevsizlik nedeniyle davayı reddeder. Görevsizlik kararının tebliğinden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede yeniden dava açılır. Görevsiz yargı yerine başvurma tarihi, Danıştay’a, idare veya vergi mahkemesine baş vurma tarihi olarak kabul edilir.

Her idari işlem aleyhine ayrı ayrı dava açılmalıdır. Ancak, aralarında maddi veya hukuki yönden bağlılık yada sebep-sonuç ilişkisi bulunan birden fazla işleme karşı bir dilekçe ile de dava açılabilir. Birden fazla şahsın müşterek dilekçe ile dava açabilmesi için davacıların hak veya menfaatlerinde iştirak bulunması ve davaya yol açan maddî olay veya hukukî sebeplerin aynı olması gerekir.

3- Dava Açma Süresi:

İdare mahkemesinde dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış gündür. Vergi mahkemelerinde ise otuz gündür.

Bu süreler:

a- İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı tarihten,

b- Vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarından doğan uyuşmazlıklarda: Tahakkuku tahsile bağlı olan vergilerde tahsilatın; tebliğ yapılan hallerde veya tebliğ yerine geçen işlemlerde tebliğin; tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin; tescile bağlı vergilerde tescilin yapıldığı ve idarenin dava açması gereken konularda ise ilgili merci veya komisyon kararının idareye geldiği; Tarihi izleyen günden başlar.

c- Adresleri belli olmayanlara özel kanunlarındaki hükümlere göre ilan yoluyla bildirim yapılan hallerde, özel kanununda aksine bir hüküm bulunmadıkça süre, son ilan tarihini izleyen günden itibaren on beş gün sonra işlemeye başlar.

d- İlanı gereken düzenleyici işlemlerde dava süresi, ilan tarihini izleyen günden itibaren başlar. Ancak bu işlemlerin uygulanması üzerine ilgililer, düzenleyici işlem veya uygulanan işlem yahut her ikisi aleyhine birden dava açabilirler. Düzenleyici işlemin iptal edilmemiş olması bu düzenlemeye dayalı işlemin iptaline engel olmaz.

Süreler, tebliğ, yayın veya ilan tarihini izleyen günden itibaren işlemeye başlar.

Tatil günleri sürelere dahildir. Şu kadar ki, sürenin son günü tatil gününe rastlarsa, süre tatil gününü izleyen çalışma gününün bitimine kadar uzar.

Bu kanunda yazılı sürelerin bitmesi çalışmaya ara verme zamanına rastlarsa (adli tatil) bu süreler, ara vermenin sona erdiği günü izleyen tarihten itibaren yedi gün uzamış sayılır.

4- İdari Makamların Sukutu:

İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara yazılı olarak başvurabilirler.

Altmış gün içinde ilgili idari makam tarafından bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler.

5- Üst Makamlara Başvurma:

Dava açma hakkı olanlar tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur.

Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır.

İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır.

İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştay’a ve idari veya vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler.

6- İdari İşlemler Nelerdir:

Hukuksal işlemler, tek yanlı hukuksal işlemler ve iki yanlı hukuksal işlemler olarak iki guruba ayrılır. İdarenin tek yanlı irade açıklaması ile hukuk alanında değişiklik ve yenilik yaratan işlemler tek yanlı işlemlerdir.

İdarenin tek yanlı işlemleri, tüzük, yönetmelik gibi düzenleyici işlemleri olabileceği gibi, atama, vergi salma, işyeri kapatma gibi bireysel işlemleri de olabilir. İdarenin işlemleri ilgilinin isteğine bağlı olmaksızın, idarenin tek yanlı iradesi ile gerçekleşir.

İptal davasının açılabilmesi için ortada mutlaka bir idari kararın bulunması gerekir.İdari işlemler kural olarak yazılı olur.

Bir işlemin iptal davasına konu olabilmesi için, idarenin bir işlemi olması yeterli değildir. Aynı zamanda bu işlemin yürütülmesi gereken bir işlem olması gerekir. İdari soruşturma, görüş belirten işlemler, danışma işlemleri, kişileri hemen etkileyen işlemlerden değildir. İptal davasına konu edilemezler.

7- İptal Davasının Konusuz Kalması:

İptal davasının konusunu idari işlem oluşturduğuna göre, işlem yapıldıktan sonra, iptal edilene kadar geçen süre içinde, işlemde meydana gelen bazı değişiklikler iptal davasını etkiler. İptal davasına konu olan işlemin hukuka uygunluğu, işlemin yapıldığı tarihteki durum dikkate alınarak değerlendirilir. Bir idari işlemde yapılan değişikliğin iptal davasını konusuz bırakması için işlemin ilk yapıldığı andan itibaren doğurduğu bütün hukuksal sonuçları ile birlikte geri alınmış olması gerekir. Kararın alındığı tarih ile kaldırıldığı tarih arasında doğan hukuksal sonuçlar kendiliğinden yok olmaz. İdare ancak yeni bir karar alarak bütün hukuksal sonuçları ortadan kaldırmalıdır.

8- Geri Alma İptal Davasını Konusuz Bırakır:

Bir idari işlem, idare tarafından geri alınmakla, ilk yapıldığı andan itibaren hukuk sahasından silinir ve iptal davası konusuz kalır. Ancak dava açıldıktan sonra, kararın geri alınmasıyla dava reddedilmez. İptali istenen işlemin yapıldığı tarihten, idarece kaldırıldığı tarihe kadar olan zaman süresi içindeki etkisini ortadan kaldırmak için idare mahkemesinin davanın esasını karara bağlaması gerekir.

9- İptal Kararlarını Yerine Getirme zorunluluğu:

İdare mahkemelerinden verilen kararlara idare, kesin hüküm ilkesi uyarınca uymak zorundadır. İdarenin yargı kararlarına uyması, devlet kamu kişiliğinin itibar ve haysiyeti gereğidir. Anayasanın 138. ci maddesinin son fıkrasına göre “yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu organlar ve idare mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”

Ayrıca 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28. ci maddesi daha ayrıntılı bir düzenleme getirmiştir. Madde metni şöyledir: “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. Ancak, haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden sonra idarece işlem tesis edilir.”

Sonuç:

İptal kararı üzerine idare kendiliğinden harekete geçerek iptal kararını yerine getirmelidir. Yargı kararına uymamak idareyi sorumlu kılar. Yargı kararının idareye tebliğinden itibaren otuz gün içinde idare mahkeme kararını yerine getirmek zorundadır. Yargı kararını uygulamayan kamu görevlisinin hem cezai ve hem de hukuki sorumluluğu vardır.

Av. EROL TÜRK

Kaynakça:

İdare Hukukunun Esasları Ord. Prof. S.S. Onar

İdari Kaza Prof. R. Sarıca

İdare Hukuku Prof. A.Ş. Gözübüyük

Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi

Not. Yazarın izni olmadan bu makale kullanılamaz.

Bize Ulaşın


Çalışma saatlerimiz: 
Haftaiçi: 09:00 - 17:00

Sıraselviler Cad.No:32 Kat:5 Daire:7 34400
Beyoğlu /İstanbul

+90(212) 251 30 26
+90(532) 246 06 53


Google Map